top of page
  • Facebook
  • Instagram
  • Youtube
  • Soundcloud

(III) Veda Etmeye Dair


(Bağlantılı bir önceki yazı için: (II) Bize Yol Göründü)

o

Ve yönümüzü çizdik. Yeni evimizle 'birbirimizi' seçtik. Gitme zamanımız da; yeni evimizde yapılacaklar, gitmeden İstanbul'da yapılacaklar ve ailevi bir takım konuların etkisiyle, kendi akışında Şubat olarak belirleniverdi. Yine kendi kendine...

Yoğun değişim korkumun artık belli bir seviyede dengeye gelmesinden sonra, ben de yüzümü vedalaşmaya ve gidiş hazırlıklarına çevirebilmiştim. Benim İstanbul'umla, şehirdeki ritüellerim, yerlerim, yollarım, alanlarımla vedalaşmaya başlamıştım. Yakında artık orada olmayacak biri olarak yürüyordum sokaklarda ve hafif bir hüzün dolaşıyordu damarlarımda. "Şunu da özleyeceğim", "Şu köşedeki bu lezzeti arayacağım", "Gitmeden bir de şunu yapalım" vs.'ler başlamıştı içimde. Alışkanlıkların etkisi vardı hüznümde evet ama aynı zamanda onca yıl bana ev olmuş bu şehrin sevdiğim tarafları da vardı elbette. Ne mutlu ki, ikimiz de kavgalı değildik İstanbul'la, kavgalı bir ayrılış değildi bizimki; bir kaçış hiç değil. Son zamanlarda içinde olmaktan, yaşamaktan epey yorulduğum anlar çoğalsa da; egzoz, kalabalık ve gürültü beni artık daha çok zorlasa da şükran duymaya devam ettim. Halen de öyle... Ne olursa olsun İstanbul beni besledi, tuttu, donattı, büyüttü; bizi buluşturdu. Hatta bu kararı almamıza da yardımcı oldu belki varlığıyla, değişen yüzüyle, zorluklarıyla, kim bilir. Gerçekten, tüm kalbimle minnettarım, beni İstanbul'a getiren tüm kişilere, koşullara, hayata...

İstanbul'da bunca zaman var olabilmemdeki en önemli etkenlerden biri şüphesiz Beşiktaş'taki evim(iz)di. 16 senedir kiracı olarak oturduğum evim! (Evet, 16 yıl sonra bu değişim korkusu boşa olmasa gerek :) ) Beşiktaş'ın merkezindeki kalabalıktan uzak, Yıldız Parkı'na pek yakın sakin bir sokakta yaşadım bunca yıl. Burası İstanbul'daki ikinci evimdi. Bu eve geçtiğimde henüz üniversite ikinci sınıftaydım. Ev arkadaşım oldu, sonra bir süre yalnız kaldığım oldu. Mezun oldum. İşe girdim. İşten çıktım. Müzikle buluştum. Tekrar okullu oldum. Yepyeni bir yolum oldu. Evlendim. Sonra yavrumuz bize doğru yola çıktı. Bunca şey sırasında ben hep buradaydım, sonra biz buradaydık... Tatlı mı tatlı komşularımızın sıcaklığı ile sarmalandım, kucaklandım, beslendim bunca yıl boyunca. Onları çok sevdim, onlar da beni çok sevdiler sağ olsunlar... 40 senelik komşuluğun yaşandığı bu 4 katlı apartmandaki tek 'yabancı'ydım ama kısa sürede birbirimize kaynaşmıştık.

Hatrımda bir çok güzel an var buraya dair...

Emine Teyze'nin sabah yürüyüşlerinden dönüşte kapılarımıza çiçekler bırakışı; bu evi pek de sevmediğim ve buradan çıkmak için elimden geleni yapıp daha iyisini bulamadığım zamanlarda -evet öyle anlar da olmuştu :) - Pembe Teyze'nin "İnşallah evlenir de yine burada oturmaya devam edersin!" deyişi - ki o zaman içimden "Bu nasıl dua?! Ben buradan hiç çıkamayacak mıyım yaa?!" derdim, yalan yok :) -; soğuk bir akşam iş çıkışında evde hiç yemek yokken, ben kapıdan girdikten hemen sonra, Fatma Teyze'nin elinde sımsıcak yeşil sebze çorbasıyla gelişi ve o çorbayı gözyaşları ve şükranla içişim; Neslihan Abla ile ev boyamaktan, el işi yapmaya, mandala örmekten, dikişe geceler boyu çalışmalarımız :); Sait Amca'nın bizi hep güler yüzle ve sakinliğiyle karşılaması; Fahri Amca'nın esprileri ile yüzümüzü güldürmesi; elinden her iş gelen Temel Amca'nın hem apartman hem ev konusundaki yardımları; ortak terasımızda hep birlikte ettiğimiz keyifli kahvaltılar; yaz dönüşlerinde tüm apartman halkı bir sofrada bir araya gelişlerimiz...

Ve tabii uzaklardaki ev sahibimiz Lütfiye Hanım'ı da unutmamam lazım. Karşılıklı olarak bunca yılı memnuniyet ve artan bir sevgi ve saygıyla geçirebilmiş olmamız ne büyük şans!

Nerede eski komşuluk diyenlere garipseyen bakışlarla bakışım hep bundandı işte, 16 yıldır.

Ve bir de...

Komşu incir ağacımız... İki tarafı erik ağaçlarıyla çevrili bir deli incir...

Kendisini keşfetmem ve birbirimize bağlanmamız sanırım 5 yıl kadar önce oldu. Yanımızdaki kimsesiz evin bahçesinde büyüyüvermiş bir deli incir o. Salonumuzun, perdesi her daim açık duran bir tarafındaki penceresinden ulaşabildiğimiz bir doğa parçası. Hani şehrin karmaşasından evimize, evimizin, sokağımızın sakinliğine sığınıyorduk ya, işte bir de bu incir ağacına... Özellikle baharın gelişiyle birlikte, gitgide büyüyen kocaman yemyeşil yaprakları görüş alanımızı sardı mı içimi nasıl da bir ferahlık kaplardı. Hiç unutmam bir yaz, ne olduğunu hatırlamıyorum ama yine içsel bir süreç yaşıyordum, bir durma hali gelmişti üzerime, ben uzunca süreler bu incir ağacına baka baka durdum, yazdım, ağladım, dinledim... Zamanla geçti üstümdeki bulutlar, ben geçtim bir şeylerin içinden, incir ağacı benim içimden geçti, bana alan tuttu... ( İncir terapi :) ) Zamanla bir bağ oluştu aramızda, hani sanki o burada bize alan tutuyordu, biz de ona... Sanki o olduğu için biz vardık, biz olduğumuz için o olmaya devam ediyordu gibi bir his. Kim bilir?

İşte o zamandan beridir sabahları selamlayıp, akşamları yatağa giderken hoşçakal diyordum kendisine. Her sonbaharda yaprakları sararıp dökülüp saçılmaya başladığında merak ederdim, acaba bir bahar daha görebilecek miyim yeşillenişini diye...

Yüzümüzü gitmeye dönünce işte bu sefer bu incir ağacı tuttu beni. Ona baka baka ağladım "E peki ben seni nasıl bırakacağım ki?" diye... Ne ironik! Dağlara, alabildiğine çam ağaçlarına, evin önünde ve arkasında zeytin ağaçlarına, portakal ve limon ağaçlarına kavuşacakken, Beşiktaş'ta binaların arasında kendine bir şekilde yer açmış bir deli incir ağacını nasıl bırakırım diye hüzünlendim...

O günlerde, çok uzaklardan can bir arkadaşımla konuştuk, canım Serap'ımla... O bana kendi taşınma hikayesinden, eski evinde ve yeni evinde ağaçlarla kurduğu bağdan söz etti ve farklı ağaçlarla nasıl farklı bağlar kurduğumuzdan, her ağacın bambaşka anlamlar taşıdığından ve kendi taşınma sürecinde kendine nasıl zaman tanıdığından... Bu ilham verici konuşmadan sonra içimde bir şeyler değişmeye başladı. Şehrin içinde, apartmanlar arasında, boş ve aslında yer yer çöplük görünümünde olan terk edilmiş bir bahçe içinde var olan bu deli incir, sanki DİRENCİ anlatıyordu bana, zor koşullar içinde VAR OLMA GÜCÜNÜ. Belki de artık alabildiğine çam ormanları ve zeytin ağaçlarıyla çevrili olma vakti gelmişti benim için; şehirde var olmak için direnmek yerine; doğada bağlantı içinde, barış içinde, bereket ve bilgelik içinde yaşamaya geçiş vaktiydi... Ve kim bilir henüz keşfetmediğim, bilmediğim, zamanla tanışacağım daha ne anlamlar taşıyordu bu ağaçlar içlerinde...

Serap'la yaptığımız bu konuşma bana inanılmaz iyi geldi ve aslında incir ağacıyla ilk o zaman vedalaşmaya başladım ben.. Bağ kuracak yeni ağaçlar, yeni yerler vardı bizim için ve şimdi eskiye veda etme vaktiydi.

Tam da o sıralarda, evimizi onurlandırmak ve bir ritüelle bu alana veda etme çağrısı gelmişti içime. Başlangıçları, bitişleri ritüellerle, dostların şahitliğinde onurlandırmak çok önem taşıyor hayatımda. Bu şekilde yapılan geçişlerin de epey şifalı, akışkan ve tertemiz olduğuna inanıyorum. Söylediğim anda yol arkadaşım da hemen "Evet", dedi, "Bir çember yapalım!"

Bizim salonumuzun ortası boş(tu) -evet orta sehpamız yok ve ikimiz de buna bayılıyoruz!- ve ben ilk kez o salonun orta yerinde idrak etmiştim, boşluğun nasıl olasılıklar barındırabileceğini, nasıl farklı şekillerde dolup taşabileceğini, nasıl akışkan olabileceğini... O boşluk, bazen benim oyuncaklarımla/seslerle dolardı, bazen dansla/hareketle, bazen çemberlerle, sabah pratiklerimizle, sohbetlerle, nice paylaşımla, meditasyonla, duayla... Boşluk zenginlikti, orada öğrenmiştim... Hiçbir şeye olmasa, işte tam da o boşluğa, o alana teşekkürlerimi sunmak geçiyordu içimden.

Ocak ayında bir yeni ay vaktinde; birlikte evimizi, yemeğimizi, özel anlarımızı paylaştığımız, masamızda derin sohbetler yaptığımız çok yakın birkaç dostumuzla, evimizde bir çemberde buluştuk: Eskiyi Onurlandırma & Yeniyi Karşılama Çemberi...

Bu alana dair anılar kahkahalarımızla, gözyaşlarımızla aktı, söze döküldü... İncir ağacı da pencereden bize şahitlik etti her zamanki gibi... Her çember gibi kendine hastı, yine çok çok özel ve kıymetli bir buluşmaydı... Rengarenkti.

Çemberimizin ardından ayrılan dostları her zaman yaptığımız gibi, salonumuzun penceresine çıkıp arkalarından el sallayarak uğurladık, ve artık evimiz biz giderken arkamızdan BİZE el sallamaya hazırdı...

Tertemiz bir enerji, ferahlama, huzur, tamamlanma ve şükran duygusu hakimdi çemberimizin ardından.

Artık, kolileri yapmaya hazırdık...

o

(Devam yazısı: (IV) Uğur-la-n-mak )




Son Paylaşımlar
Arşiv
Etiketlere Göre Ara
Beni Takip Etmek İsterseniz...
bottom of page