top of page
  • Facebook
  • Instagram
  • Youtube
  • Soundcloud

(I) Bu Ses Nereye Çağırıyor?

Seslerle, titreşimlerle yıkandığım iki haftalık ses şifası eğitiminin ardından, içimde çetin bir temizlik sürmekteyken şimdilerde epey sessizim. Şimdi yazınca biraz ironik geldi, ama sanırım derin derin dinlemeden sesle temas olmuyor... Döneli neredeyse 3 haftayı geçti. Ben. Halen. Sessiz. Hani bazen sessizliğimi çok belli etmeyip çevreme uyum sağlamaya çalışsam da, öyle pek de başarılı olduğum söylenemez, sıkılıyorum, susuyorum, duruyorum. Çok da istemiyorum sanki çıkmak, olduğum yerden. İşte öyle, biraz yabani.

Sanki şimdi yeniden kendi izimi sürmekteyim.

Yine, yeni, yeniden.

Ben kimim?

o

Özellikle doğayla temas halinde olduğum süreçlerden sonra, yaşadığım yere yeniden alışabilmem, gerçekten geri dönebilmem, deneyimlerimi sindirebilmem zaten hep bir vakit alıyor. Ama bu kez içimde farklı bir ses var, tam da duyamadığım aslında, duymaktan da ölesiye korktuğum bir yandan... Fısıldıyor sanki: "Gerçekten dönmek istiyor musun buraya, yeniden?" Bilmiyorum diyorum... Hiçbir şey bilmiyorum... Hazır değilim sanki yeniden başlamaya, sanki gönüllü değilim.

Yıldız Parkı'na sığınıyorum çokça, ayağımı toprağa bastım mı, sırtımı bir ağaca, yüzümü bir su birikintisine verdim mi, ruhum bir nefes alıyor, içime kaçmış sesim biraz kendine geliyor... Bir şükrediyorum ki orada olunca, açıklıkta, aydınlıkta, bağlantıda...

Sadece orada olasım, orada durasım var. Kimselerle konuşmayasım, kalabalıklara karışmayasım var. Ev, bir de Yıldız Parkı, bir de eş, dost, aile, aile. O kadar.

Ses demişken...

Eğitimin etkileri üzerimde çalışadursun, kendi özgün sesimin arayış yolculuğunda bana bu sıralar rehberlik eden muhteşem kitabın* yoldaşlığı ile de ilerliyorum bir yandan. Zaten içim yeterince kazılmamış gibi daha da derine, daha da derine kazmaya devam ediyorum ve tabii kaybolup duruyorum kendi içimde. Cebimde cevapsız sorularla, meraklı gözlerle bakınıyorum etrafıma.

Ben kimim?

Cevapsız sorularıma yenileri ekleniyor kitabın içerisinde ilerledikçe... Okudukça 'biliyorum' sanki, kendi sesimle, gerçek, çıplak sesimle karşılaşmam mümkün! Artık biliyorum! Yol ilerliyor sanki, ben de yolda ilerliyorum. Kitabın en sevdiğim yanlarından biri de yazarın sorduğu sorular sanırım ama işte öyle cevapsız kalıverince derin sessizlikler içinde, bilinmezlikler içinde, zorlanıyorum. Belki de henüz yeterince 'derin dinle'yememişimdir kendimi, içimdeki sesleri. Cevaplarım yoldadır belki, belki yakında...

Mesela ne gibi sorular?

"Sesinle ilgili nasıl hissediyorsun?"

"Sesin gerçekten kim olduğunu, gerçekten söylemek istediğini ifade ediyor mu?"

"Ruhunla nasıl iletişim kuruyorsun? Daha da önemlisi, o seninle nasıl iletişim kuruyor?"

"Ben kimim?

Neden buradayım?

Bu ses nereden geliyor?

Bu ses neye çağırıyor?

"Ben kimim?"

"Ben kimim?

Şarkı söyleyen kim?"

Ve günlerdir beni meşgul eden o esas soru:

"Çocukken kendini en çok nerede 'evde' hissederdin?"

Hayır, cevap öyle pat diye gelmedi. Günlerce düşündüm hatta. Hatta ürktüm "Hiç mi?" diye...

Sonra birkaç an geldi gözümün önüne: Paten kaydığım anlarda hissettiğim rüzgar, bisiklete bindiğim anlardaki heyecan, birkaç fiziksel/dışsal aktivite filan, legolar ve bir de ben hatırlamazken aileme söylenmiş olduğu kadarıyla müzikle haşır neşir olduğum anlar... Filan, falan... Ama sanki hiçbiri de tam değil gibi... Bilemedim. Hani keyif almak ve evde hissetmek, bunları birbirine mi karıştırıyorum yoksa? Emin değilim...

Sonra şimdiki halime bir baktım. Şimdilerde kendimi nerede "evde" hissettiğimi sordum kendime... Şüphesiz çemberlerde, yol arkadaşımın yanında, kalpten iletişim kurabildiğim kıymetli eş dost yanında... Ama bu da tam yeterli değil. Doğada, parkta, bahçede, dört duvarın dışında... Ne gariptir ki aslında fiziksel evimin, ev dediğim yerin dışında... Dışarıda, evden uzakta!

Sonra o soru geldi:

Ben bu hayatım süresince yaşadığım yerlerde, kendimi daha önce hiç 'evde' hissetmemiş olabilir miyim?

Ev dediğim yerler gerçekten 'evim' olmamış olabilir mi?

Peki, insan daha önce hiç olmadığı bir yerin özlemini çekebilir mi?

İnsan daha önce hiç yaşamadığı bir yere dönebilir mi?

Son zamanlarda üst üste şahit olduğum ve kalbime değen hayat hikayeleri tekrar geliverdi yine gözümün önüne... Doğaya kaçıveren çocuklar, doğada büyüyen çocuklar, doğaya dönen genç kadınlar, doğada kendini bulan insanlar...

Tekrar baktım hayatıma...

'Eve dönmek' benim için ne demek?

Doğduğun şehre geri dönmek, doğduğum, serpildiğim toprağa, köklerime geri dönmek mi 'eve dönmek'? Bilmem.

18'i doğduğum şehirde bir apartman dairesinde, 18'i daha büyük bir şehrin içinde başka bir apartman dairesinde olmak üzere toplam 36 yılım geçmiş, şehirlerde, dairelerde...

Özlemini çektiğim yer, ya daha önce hiç olmadığım bir yerse?

D a h a ö n c e h i ç o l m a d ı ğ ı b i r y e r e d ö n e b i l i r m i i n s a n ?

Ben şimdi köyüme döneyim desem, köyüm yok ki. Benim apartman dairelerim var. Dairelerim...

Ev dediğim yerler gerçekten 'evim' olmamış olabilir mi?

Daha doğrusu, ev dediğim yerlerde gerçekten 'evde' hissetmemiş olabilir miyim?

Berna dediğim, Berna bildiğim Berna, henüz gerçek Berna olmayabilir mi?

Onunla henüz tanışmamış olabilir miyim?

o

Bugün Yıldız Parkı'nda, varlığı pek kıymetli bir kız kardeşin şahitliğinde dökülüverdi kelimeler, gözyaşları... Dönebileceğim, bildiğim bir toprak parçasının olmayışına dair yasımla karşılaştım, ilk kez. Garip bir hüzün.

Sırtımı bir ağaca verdim, yüzümü suya ve canım arkadaşıma.

Ben bilmiyorum ki şimdi nereye döneyim?

Peki, ben kendime dönsem, henüz yerini bilmediğim toprağımı da bulur muyum acaba?

Kendimi büyütüp yeşertebileceğim, beslenebileceğim, çoğabileceğim toprağımı bulur muyum acaba kendime dönsem?

El yordamıyla, gönül gözüyle?

Değişim korkusu çalıyor yine kapımı, ama bir yanım da artık o kadar alıştı gibi onun varlığına, sanki o şöyle kenarda duradursun, ben de yoluma bakayım artık diyebilecekmişim gibi... Hani sanki.

o

Biz arkadaşımla sohbetimize devam ederken, günlerdir içimde sürüp giden sessizlik, belirsizlik yavaş yavaş dile gelirken, "Belki de nasıl'ını, nereye'sini bilmem gerekmiyordur şu an, şu an sadece bu çağrıyı duyup kabul etmem ve işaretler için cesaretle ve hazır, ellerim açık bir şekilde beklemem gerekiyordur..." dedim. "Aslında daha önce kurumsal hayattan ayrılırken de yaptığım gibi. Sadece hatırlamam gerekiyordur belki, hayallerimi, niyetimi ve kendimle temasımı korumam, kendimi gözetmem. Kendime dönmem, belki daha önce hiç dönmediğim gibi. Daha önce hiç tanımadığım kendime belki."

Tam bu sırada sırtımı verdiğim ağacın tepesinden bir yaprak düştü önümüze. Önce önemsemedim. Sonra bir tane daha. Ve sonra bir tane daha.

Yukarı baktık, ağacın upuzun gövdesinin bir diğer ucunda bir sincap baş aşağı vaziyette durmuş dimdik bana bakıyor. Bize yaprakları atan da ta kendisi! Elimi ağacın gövdesine koydum. Benden epey uzaktaydı ama bir şekilde iletişim kurmak istedim onunla, tıpkı onun o an benimle/bizimle yaptığı gibi. Sonra konuşmaya başladı, nasıl heyecanlı, nasıl coşkulu, ciyak ciyak, bir süre hiç susmadan ve gözlerini benden hiç ayırmadan. Uzun zamandır eskisi kadar temas edemiyordum parktaki sincaplarla, ama işte bir tanesi, gözlerimin içine baka baka, önümüze yapraklar ata ata konuştu benimle... Çağırdı beni... Çağırdı... Yine, yeniden...

"Anladım" dedim. "Tamam, anladım".

Ve gitti.

o

Doğa bu kez daha bir kuvvetli çalıyor kapımı, çağırıyor beni kendine, bağrına...

Bu ilk değil, sürpriz hiç değil ama sanki bu seferki başka... Sanki artık tamam.

Sanki

artık

vakit

geldi.

Ne yöne doğru,

nereye,

şimdilik bilinmez...

...

İşte şimdi derin derin dinleme vakti...

Ben kimim?

Bu ses nereden geliyor?

Bu ses nereye çağırıyor?

(*) Chloe Goodchild - The Naked Voice

Dinleme önerisi: Arve Henriksen - Hambopolskavalsen

--> Devam yazısı: (II) Bize Yol Göründü



Son Paylaşımlar
Arşiv
Etiketlere Göre Ara
Beni Takip Etmek İsterseniz...
bottom of page