top of page
  • Facebook
  • Instagram
  • Youtube
  • Soundcloud

Suyu Hatırlamak... Akışını Hatırlamak...


İçime bakıyorum...

Son iki haftada içimin nasıl usulca duraklamaya geçtiğini fark ediyorum... Aylardır heyecanla beklediğim bir atölye, daha ortasına gelmeden yavaşça geri çekiliverdi; önce buralardan, sonra benden, bedenimden. Peşi sıra ufak tefek kaygılar gelmeye başladı içime, planlanan performanslara, hayallerime, umutlarıma dair. Ve belki çok da fark etmeden içim susmaya başladı... Susmak dedimse, öyle huzurlu bir sessizlik değil ne yazık ki, bir garip sıkıntı... Yeni yeni akışını tanıdığım, 'olduğum' su, içimde durulmaya başladı. Ardından bedenimin hareketinin azalmaya başladığını fark ettim. Harekete dair enerjimi kaybetmekte olduğumu... Halbuki üstümüzden jetler geçerken, bedenimin içinde hissettiğim akışa, nefesimin akışına, kalbimin atışına tutunmuştum en çok ve tabii sevdiğim adamın varlığına, ellerine, kollarına... Suların yavaş yavaş çekilmesi gibi... Bir garip kuruluk kalıyor geriye... Fark ettikçe hüzünleniyorum. Gözlerim doluyor; bazen kuru, bazen yaş.

İçimde boşluklar oluşmuş gibi sanki, bazen onları istemsizce doldurma isteği yükseliyor içimde, yiyerek. Çok da ses etmiyorum, ilişmiyorum o isteğe, belli mi olur, belki de bu iyi gelir içime diye. Bilmem ki ağzımla yediğimin ruhumun boşluklarına faydası olur mu? Ne kadar olur?

Kalbimin kırıklarını fark ediyorum. İnsanlığa mı kırgınım? Işıktan ölesiye korkup karanlığa böyle sıkı sıkıya sarılma halimize mi öfkeliyim? Hayallerimi hatırlıyorum, içim biraz burkuluyor. Bazense hatırlayamıyorum. İşte en çok bu acıtıyor, bu korkutuyor...

Kendime yine, yeniden tutunasım var, şimdilik bunu hakkıyla yapamasam da. Bazen öfke yükseliyor içimde, bazen sadece keder... Derin derin üzülüyorum.

Sevdiğim bir can'ın paylaştığı, daha önce nasıl olduysa hiç dinlemediğim bir şarkı çıktı geldi akşamıma ve içimde katı halde duran bir şeylerin çözülmesine yol açtı sanki. Bu şarkıyı tekrar tekrar dinledikçe, gözyaşlarım döküldü ve sanki ben kendi içime döküldüm, yaklaştım içime ve içimin şifasına... Bir adım daha...

"İki insan bir noktaya bakar dururlar

Herkes kendi gördüğüne doğrudur der ya.

Benim için benim hayalim doğru be insan,

Senin için senin hayalin doğrudur ey can,.... "


Bu şarkıyı dinlerken, farklılıklarımızı sarıp sarmalayamıyor olmanın acısı mıydı içimi en çok yakan; birlikte keyifle dans ettiğim hayallerimi kısa süreliğine de olsa hatırlayamamış olduğumu fark etmem mi; yoksa doğadan, doğamızdan, ruhumuzdan, can'dan bu denli uzaklaşmış olmamız mıydı acaba? (Bazen zor da olsa, bu gerçeklikte bir payım olduğunu/olabileceğini bilerek, bilinçli olarak "biz" demeyi tercih ediyorum ki bazı şeyleri sahiplenmek de her zaman kolay olmuyor... ) Hangisi en çok yakıyor içimi, bilmiyorum...

Bazen "Siz kötüsünüz!" dememek ne zormuş; içim bunun 'doğru' bile olmadığını, kimsenin sadece iyi ya da kötü olmadığını bilse de...

Bazen sevgiye, umuda ve hayallere tutunup devam etmek bile ne zormuş; içim bundan başka çıkış yolu olmadığını bilse de...

Kim bilir, bir yerlerde bunlar için ağlamak bile şifadır belki. Şifa olsun öyleyse. Artık her nasıl olacaksa...

Kulağımda hala aynı şarkı çalarken...

"İnsana yön göstermek çok zor be ey can,

Ruhun alabildiğini aklın anlamaz.

Senin yüreğinde yatan en doğrusu can,

Senin ruhunda yatan en doğrusu can."

... ve ben bu satırları yazarken bir sürü karga uçtu. Bir sürü. İçim bir ürperdi. Sonra serince bir rüzgar esti, üşüdüm biraz. Ardından iki kumru geldiler, yakındaki saksıları ziyaret ettiler, yaprakları kemirdiler. Yakınlarda minik bir kız çocuğunun hoplayıp zıplamasını izledim, çığlıklarını, coşkusunu duydum, dinledim. İşte bunlar bana hep doğayı hatırlattı... Ve sonra kendimi.

"Senin doğan senin ruhun, saygı göstersen,

Sevgini hiçbir zaman eksik etmesen,

Aklın gücü ruhuna yetmez be ey can,

Aklın gücü doğana yetmez be insan."

Geçen hafta yakın can'larla birlikte bir ev çemberinde buluşmuştuk. Önce birlikte bir sofrayı paylaştık, sonra çemberde kendimizi, kalbimizi... Başından sonuna o kadar çok güldüğümüz bir buluşmaydı ki, ruhum aydınlandı, sürprizli bir şekilde... Bir arada oluşumuz ve çember adabında buluşmanın şifası için binlerce kez şükrettim. O gün öyle bir gündü; yoğun duyguların, kaygıların, hüznün, korkuların kahkahalarla çözüldüğü bir gün; her şeyin en çok da bir aradalıkt(l)a çözüldüğü... Çemberimiz kapanıp, kahkahalarımız ve biz yavaş yavaş dağılmaya başladıktan kısa süre sonra öğrendik ki, olağanüstü hal ilan edilmiş o sıralarda... Olağanüstü kahkahalarımızla olağanüstülüğe merhaba demişiz meğer farkında olmadan. Bunun tam ne demek olduğunu henüz kestiremesem de haberi alınca içimi bulutlar kapladı, ama neyse ki dağılmakta olan kahkahaların titreşimleri hala bedenimde, anısı hala içimde canlıydı. İşte yine tutunacak bir şey bulmuştum kendimce... Hayat belki de böyle anlardan ibaretti... Belki sadece şimdiki an'dan... An'dan...

Bu bir süreç... Mutluyum ki bir şekilde kahkahalara da, hüzne de, coşkuya da, yasa da izin var, belli ki belirsizliğe de... Hepsi için buradayım. Ne mutlu ki türlü türlü duygular yaşanabiliyorlar bedenimde, ruhumda; farkında olunmayan, ortalıkta sahipsizce salınmakta olan öyle çok acı, yas hatta neşe, kahkaha var ki; en azından ben benimkilere sahip çıkıp onları yaşayabildiğim için kendime şu an kocaman sarılıyorum!

Su da benim, can da... Biliyorum ki o akış da hatırlanır, canımın tatlı bir heyecanla atışı da...

Bugün varlığıyla Su'yu bana hatırlatan dosta; bu güzel şarkıyla içime dokunup bana suyun ve sözlerin akışını hatırlatan tatlı can'a; sese, müziğe buradan yürek dolusu sevgi ve şükranla...

İyi ki can'lar var, paylaşılan sözler, açık, tatlı kalpler var...

Son Paylaşımlar
Arşiv
Etiketlere Göre Ara
Beni Takip Etmek İsterseniz...
bottom of page